aynalama

“İnsan, ancak bir başkasının gözünde kendini görebildiğinde var olduğunu hisseder.”
— Donald Winnicott

Bir bebek doğduğunda henüz kim olduğunu bilmez. Henüz duygularını adlandıramaz, ne hissettiğini anlayamaz, bedeninde dolaşan o tanımsız gerginliği ifade edemez. Bu yüzden ona bir “ayna” gerekir. Bu ayna, sadece cama yansıyan bir görüntü değil; annesinin ya da bakım verenin gözündeki yansımadır. Onun yüzündeki ifadede,
sesindeki tonda, dokunuşundaki yumuşaklıkta bebek ilk kez “kendini” hisseder.

Psikolojide bu sürece “duygusal aynalama” denir. Ve aslında insan ruhunun en derin ihtiyacı buradan başlar.

aynalama

Aynalanmak Neden Bu Kadar Önemli?

Bir bebek acıktığında ağlar. Karnının doyurulması kadar, o anki açlığının duyulması, anlaşılması, şefkatle karşılanması da önemlidir. Çünkü bebek yalnızca ihtiyaçları giderildiğinde değil, duyguları da görüldüğünde “güvende” hisseder. Duyguları aynalanan bebek şu temel mesajı alır:

  • “Benim hissettiklerim anlaşılabilir.”
  • “Ben görülebilirim.”
  • “Benim iç dünyam dışarıda bir yerde karşılık buluyor.”

Bu aynalama, zamanla onun benlik gelişiminin temel taşlarını oluşturur.
Ama ya bu süreç eksik yaşanırsa?

Eksik Aynalanmanın Sessiz İzleri

Terapide sıkça rastladığımız bir durum:
“Ne hissettiğimi bilmiyorum.”
“İlişkilerde hep yanlış anlaşıldığımı hissediyorum.”
“Empati kurmakta zorlanıyorum.”
“Karşımdakinin yüzündeki ifadeyi çözemiyorum.”

Bu cümleler çoğu zaman yetişkinlikteki bağ kurma zorluklarına, duygusal donukluklara ya da sosyal uyum sorunlarına işaret eder. Ve geriye dönüp bakıldığında, bu bireylerin bebeklik dönemlerinde ortak bir eksiklik göze çarpar: duygusal aynalanma eksikliği. Winnicott’un deyimiyle “yeterince iyi” bir bakımveren; bebeğin duygularını yansıtabilen, onu olduğu gibi görebilen kişidir. Eğer bir bebek ağladığında karşısında donuk, tepkisiz
ya da kaygılı bir yüz buluyorsa… beyninde şu öğrenme gerçekleşir:
“Duygularım dış dünyada yankı bulmuyor.”
Bu mesaj, zamanla çocuğun içselleştirilmiş ilişkilerinde büyük izler bırakır.

aynalama

Yetişkinlikte Nasıl Kendini Gösterir?

Erken dönem aynalama eksikliğinin izlerini yetişkinlikte üç alanda yoğun biçimde
görebiliriz:

  • Duyguları Tanımakta Zorlanma: Kendi içsel dünyasını fark etmekte zorlanan bireyler,
    neye üzülüp neye sevindiklerini bile tanımlamakta zorlanabilirler.
  • Empati Kurma Güçlüğü: Karşısındaki kişinin ne hissettiğini okuyamayan, yüz
    ifadelerine anlam veremeyen bireylerde “duygusal körlük” gelişebilir.
  • Aşırı Rasyonellik ya da Donukluk: Kendi duygularını bastıran bireyler çoğu zaman
    akılla hareket eder gibi görünür ama duygularını hissetmekten korkarlar.
aynalama

Peki, Her Şey Geç Mi?

Hayır. Beyin, bağ kurmak üzere yapılandırılmıştır. Ve aynalanma süreci yalnızca bebeklikte yaşanmak zorunda değildir. İyi bir terapi ilişkisi de aynalamayı yeniden sağlar. Danışan ağladığında terapist yalnızca yüzeysel olarak “ağlıyorsun” demez, ağlamanın altındaki duyguyu sezer, yüzüne yansıtır, kelimelere döker.
Bu aynalanma tekrar tekrar yaşandıkça, kişi de yavaş yavaş kendi duygularını tanımaya
başlar. Partnerle kurulan sağlıklı bir ilişkide de bu aynalama mümkündür.
Bazen “şu an galiba çok yoruldun” cümlesi, en büyük aynalama olabilir. “Bu seni kırmış olabilir” demek, o kişinin içsel dünyasına dokunmaktır.

aynalama

Sonuç Yerine: Gözlerdeki Ayna

Her çocuk dünyaya geldiğinde bir çift göze bakmak ister. O gözlerde sadece karşısındakini değil, kendini de görmek ister. Ve bu görülme arzusu aslında hepimizde devam eder. Kaç yaşında olursak olalım, duygularımızı gören bir çift göz bizi hâlâ iyileştirebilir. Bugün biri size “seni anlıyorum” dediğinde neden gözleriniz doluyor, biliyor musunuz?

Çünkü belki de ilk kez, gerçekten aynalandığınızı hissediyorsunuz. Sevgi, görülme deneyimiyle başlar. Ve psikolojik iyileşme de…

— Psikolog Melike Reyyan Gürgen

Similar Posts

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir